25 Aralık 2013 Çarşamba

2014 yılı "bütünlük" olsun; doğumumuzdan bu yana evrene saçılmış tüm parçalarımız; bir nefeslik öz’le burada...


2014 yılı "bütünlük" olsun;

doğumumuzdan bu yana evrene saçılmış tüm parçalarımız; bir nefeslik öz’le burada...

Bütünlük...Doğumumuzu düşünelim, kaybettiğimiz bir parçamız, yitirme veya eksilme duygumuz var mıydı? İlk doğduğumuz  an, ilk nefes alışımız, anne kucağı, etrafımızı saran sevgi...Sonra ne oldu, yavaş yavaş yitirmeye başladık...

Nasıl mı? Belki en çok sevdiğimiz kalemimizi kaybettik, en iyi arkadaşımız başka şehre taşındı, hoşlandığımız kız başka bir çocuğa aşık oldu, yıl sonunda çok çalışsakta takdire teşekküre yetişemedik, hayal ettiğimiz üniversiteye gidemedik veya anne babamızı kaybettik...Hep yitirdiğimiz bir zaman bir yerlerde bıraktığımız birşeyler oldu... Her tecrübemizle bir kat daha endişe yüklendik, gelecekte yitirebileceklerimiz için, ve olan bugünümüzün bütünlüğüne oldu...

Peki bütünlüğümüz nerede kaldı, o doğduğumuz anın saf ve biricik hissi, yitirmeyi ve kaybetmeyi hiç bilmediğimiz o an...Doğaya bakalım, kertenkele kuyruğu kopar yoluna devam eder, tırtıl kozasını bırakır kelebek olur, göçmen kuşlar yeniden yollara düşer ve sazanlar her sezon ölüm pahasına akıntıya karşı yüzer...Belki bizim kadar hatırlamazlar diyeceksiniz, yada bizim kadar uzun ömürlü değiller yeniden yeniden yitirmeleri yaşamak için...

Fakat her örnekte görürüz, o doğum anımızdaki bozulmamış "öz" her ne yitirirsek yitirelim bizimledir...Aslında yitirdiklerimiz her seferde bir heykeltraşın taşı oyuşu ve gerçek eserini ortaya çıkarışı gibi bizi şekillendirir. Bugün hepbirlikte kendimize bakalım, bu şekli görebiliyor muyuz ve düşünelim bugün özümüzle ve bütünlüğümüzle nelerin eseriyiz? Ve gözden geçirelim tüm bu zaman boyunca şekillendirilmiş parçalarımızı, bugün doğumumuzdan bu zamana kadar her yana saçılmış parçalarımız bize dönsün...

Bugün hepbirlikte yitirdiğimiz parçalarımızı sevelim, doğum anımızdaki o bütünlüğümüzü derin bir nefes alarak içimize çekelim... Bir nefeslik "öz" olalım...

Mutlu yıllar...

 

 

8 Aralık 2013 Pazar

Affetmek, yalnızca en yetenekli simyacıların zanaatidir...


Affetmek, yalnızca en yetenekli simyacıların zanaatidir...

Affetmek...

Bir düşünelim nasıl bir duygudur, neyi anlatır bizlere... Bu sabah kendimize bir bakalım, nedir affedemediklerimiz...Her yere sırtımıza yüklenmiş kocaman taşlar halinde götürdüklerimiz, bir dostumuzun sözleri veya bir sevgilinin ihaneti...

Fark ediyor muyuz, bugünden çok farklı zamanlarda yaşanmış tüm bu olayların, her affedemeyişimizde bizimle yaşadığını, bugün bir parçamız olduklarını...Sanki üzerine kovalarca su atsak hiç soğumayacak olan ısınmış kayalar gibi yüreğimizi taşlaştırdıklarını...

Belki bu yazıyı okurken içimizden geçiriyoruz, peki buraya yazılıverdği kadar basit midir affetmek? Ben sizin için yanıtlayabilirim, değildir...Öncelikle herşeyden arınmak gerektirir, içinizde yer etmiş tüm ego temelli düşüncelerden, ve kim ne derlerden...Ve sonrası ise koşulsuz şartsız güvenmektir, çünkü karşınıza çıkan her durum üzerine bilmek gerekir. Bilmek gerekir ki, bugün şu an yaşamakta olduğunuz sizin yaşayabileceğiniz en hakiki gerçektir...Ve sonraki aşaması ise empatidir, yani anlamaya çalışmak...Evet garip gelebilir fakat her ne yapmış olursak olalım hepimiz affedilmeyi hak ediyoruzdur..

Nasıl ki hepimizin hataları olduğu gibi, bir kimsenin yapmış olduğunu, bir durum karşısındaki seçimlerini ancak aynı şartlarda ‘’ben ne yapardım’’ mı düşünerek, sadece yargılarımızdan uzaklaşabilirsek anlamaya çalışırız...Bu anlayış bize şu soruyu düşündürmüyor mu; Hayatımızda biz hiç affedilmedik mi? Bu soruya yanıtımız ise belki bugüne kadar hiç idrak etmediğimiz kadar basittir; evet bizler de ‘’affedildik’’...Çocukken annemizin en çok sevdiği vazoyu kırdık ve annemiz sevgisiyle affedildik, derslerimizden geçer not alamadık ve babamız sevgisiyle affedildik, son golü atamadık ve arkadaşlarımız sevgisiyle affedildik yada ilk buluşmamıza geç kaldık ve sevgilimiz sevgisiyle affedildik...

Bugün hepbirlikte içimize bakalım, nedir halen sevgimizle affetmelere dönüştüremediklerimiz... Dünyanın en büyük vinçlerini zorlayacak ağırlıkta olmasına karşın kalbimizde taşıdıklarımız...
Halen şansımız var, bugün o taşları alalım ve saf sevgiyle dönüştürelim...Ve hepbirlikte hatırlayalım; affetmek, yalnızca en yetenekli simyacıların zanaatidir...

 

26 Kasım 2013 Salı

İçimizde "demlediklerimiz"; söylemek isteyip te dile gelmemiş olanlar; Halen nefes alıyor olmamız, söyleyebileceklerimiz için, bizlere verilmiş en güzel şanstır ve hepimiz için mutlaka ‘’ikinci bir bahar’’ vardır...


İçimizde "demlediklerimiz"; söylemek isteyip te dile gelmemiş olanlar;

Halen nefes alıyor olmamız, söyleyebileceklerimiz için, bizlere verilmiş en güzel şanstır ve hepimiz için mutlaka ‘’ikinci bir bahar’’ vardır...

Söylemek istediklerimiz... Özellikle hayatımızdan geçen insanlarla paylaştıklarımız... Söylemek isteyip te dile gelmemiş olanlar, belki bir sayfaya döktüklerimiz öyleki içimizde daha fazla tutamayıp bir can dostumuz ile paylaşıverdiklerimiz... Hayatınız boyu kaç ‘’söylemek istedikleriniz de söyleyemedikleriniz’’ oldu?

Anlamaya çalışalım, bizler nasıl karar veriyoruz, özellikle duygularımızı paylaşmaya... Belkide bizleri en fazla etkileyen kavram, hakkımızda ne düşünüleceği değişkenini sürekli kulağımıza fısıldayan ve kalbimizin sesini bir kenara bırakıp aklımızın sesiyle hareket etmemizi sağlayan sağ duyumuz...

Peki evrende ne oluyor biz aslında tam zamanı ve yeri gelmişken, duygularımızı paylaşacağımız kişileri bulmuşken, örneğin ‘’seni seviyorum’’, ‘’seni özledim’’, ‘’sana aşığım’’, ‘’sana kırıldım’’ veya ‘’sana sinirlendim’’ diyemediğimizde... Tüm bu duygularımızın enerjisi taa içimizde kalıyor... Ve içimizde ‘’demleniyor’’. Paylaşamadığımız ve demlemeye bıraktığımız her ne duygumuz ise, dönüp dolaşıp hissettiklerimiz oluyor, kalbimizden bir türlü atamadıklarımız diye tabir ediyorz... Öyleki fiziksel bedenimiz farklı bir düzlemde olsa da kalbimiz başka bir hissedişi yaşıyor; soğuk bir kış gününde içimiz yanıyor yada sıcak bir yaz gününde soğuk sular içimizin ateşini söndürmeye yetmiyor...

Fakat hayatın ikinci bir şans verdiği durumlar diyoruz, bir kez doğru yerde doğru zamanda paylaşamadığımız ve halen demlemeye bıraktığımız tüm sözcüklerimizi sese dökmek sahibine eriştirebilmek için bazılarımıza verilmiş olan ‘’altın’’ değerinde ikinci şanslar... O anlar ki sanki milli piyango çekilişini kazanmışız gibi seviniyoruz... ‘’İkinci bahar’’, ‘’ikinci bir hayat’’, ‘’beyaz bir sayfa’’ gibi özel tariflerimiz bile var bu fırsatlar için...

Halen içimizde ‘’demlenmekte’’ olan; söylemek isteyip te dile gelmemiş olanlarımızı düşünelim, halen nefes alıyor olmamız, söyleyebileceklerimiz için, bizlere verilmiş en güzel şanstır ve hepimiz için mutlaka ‘’ikinci bir bahar’’ vardır...

 

 

21 Kasım 2013 Perşembe

"Ait olduğunuz" resim, tamamlanmak için cesaretle sizi bekliyor...Her daim aşk ile aramaya ve kavuşarak tamamlanmaya hazır mısınız?


"Ait olduğunuz" resim, tamamlanmak için cesaretle sizi bekliyor...

Her daim aşk ile aramaya ve kavuşarak tamamlanmaya hazır mısınız?

Aitlik, "ait olmak" nasıl tanımlayabiliriz, şöyle bir önermemiz olabilir, bir yerin parçası olduğunu hissedebilmek, bir yerden ayrılamayacak olduğunu hissedebilmek, bir kişinin veya bir yerin insanın evi gibi olması, belki tek kelimede samimiyet ya da ancak o yer o kişi olduğunda tanımlanabilir hale gelmek...

Düşünelim, ait olmak biizm için ne ifade ediyor, hiç sorguladık mı bugün çalıştığımız işe, birlikte olduğumuz kişiye, yaşadığımız şehre, oturduğumuz eve, biriktirdiğimiz dostlara ve arkadaşlara ait miyiz? Evrende gerçekten bizlere aidiyet hissettiren hangi rolümüz; anne olmak, eş olmak, abla olmak, abi olmak, çocuk olmak, öğrenci olmak, çalışan olmak, yazar olmak, öğretmen olmak veya şehirli olmak...

Belki sorumuzun cevabını ararken, aitliğin başını ve sonunu anlamamız gereklidir, düşünelim aitlik ne ile başlar? Sevgi, aşk, bağlılık, birlik, uygunluk, yakınlık, dostluk, arkadaşlık, içtenlik, samimiyet veya doğuştan itibaren bizler için çizilmiş yollar örneğin ailemiz...

Bir anımızı hatırlamaya çalışalım, gerçekten son olarak kime veya neye ne zaman ait hissettiniz? Bu his anında, duygularımız her nasıl tanımlanıyor olursa olsun, bize dünyada bulunma sebeplerimizden bir tanesini açıklamaya yardım etmiştir. O an ki, o güne kadar belki de hep eksik kalmış bir tarafımız tamamlanmıştır. Diğer bir ifadeyle ayrılmış bir parçamıza yeniden kavuşmuşuzdur...

Hayal edelim, hayatınız boyu bir resmin (puzzle) son parçası oldunuz, sizi bir güç farklı resimlerin geriye kalan son boşluğuna oturmaya çalıştı, belki renginiz değişti belki parçanızın şekilleri belkide büyüklüğü...Fakat hiçbir noktaya tam olarak oturtulamadınız...

Bugün, sadece dünyanın yaradılışı ile "ait olduğunuz" resim, tamamlanmak için cesaretle sizi bekliyor...

Her daim aşk ile aramaya ve kavuşarak tamamlanmaya hazır mısınız?

20 Kasım 2013 Çarşamba

"Geleceğe" ait tüm sırrımız unutmamaktan ibaret; Siz bir "gelecek" ismine her ne planlamaktaysanız, aslında "bugün" o kişi ve o ansınız...


"Geleceğe" ait tüm sırrımız unutmamaktan ibaret;

Siz bir "gelecek" ismine her ne planlamaktaysanız, aslında "bugün" o kişi ve o ansınız...

Bugün geleceğimizi konuşacağız...Bu cümleyi duyduğumuzda aklımıza ilk gelen nedir, şöyle bir cümle "geleceği bilmek mümkün değil, geleceği kimse bilemez". Bilinmez, yepyeni nasıl ne zaman olacağı belli olmayandır gelecek.

Peki dünya üzerindeki farklı inançlara baksak, bizlere gelecek ile ilgili ne görüşler vermekteler; Kabalistik inanç gelecek "bugün"den ayrı mıdır, veya Sufizm geleceği "bugün" görebildiklerimizden duyabildiklerimizden farklılaştırmış mıdır? Tüm bu inançlara baktığımızda görebileceğimiz tek bir ortak nokta bulunabilir, gelecek aslında bugün bizimledir...

Hepimizin geleceğe yüklediğimiz anlamlarımız veya gelecekte "olacak" diye planladığımız hayallerimiz var, örneğin gelecekte almayı planladığımız ev için para biriktirmek, gelecekte anne olmayı planlamak, gelecekte terfi aldığımızda eşinizle tatile çıkmak, gelecekte yoğun tempomuzdan zaman bulduğumuzda arkadaşımızla yemeğe çıkmak veya yarın öbür gün diye tabir ettiğimiz yakın gelecekte kaçırdığımız bir oyuna gidebilmek için bilet almak...

Yani düşüncelerimiz de hislerimiz de "gelecekte" yaşanacaklar...Fakat bugün gerçekleştirebileceklerimiz gelecekten bağımsızdır, o halde şunu diyebiliriz; bugün bir annesiniz, fiziksel olarak çocuklarınız olmasa da siz bir anne kadar şevkatli, ince ve sevgili olabilirsiniz, bugün bir arkadaşsınız yemeğe çıkamasanız da arkadaşınızı arayıp ona herzaman dayanacak bir omuz olduğunuzu hissettirebilirsiniz, bugün bir eşsiniz, beklettiğiniz tatile çıkmasanız da güneş ışığında bitr kumsalda oturmanın vereceği kadar mutluluğu hissederek etrafınıza yayabilirsiniz...

Bugün kendimize bir soralım, "gelecek" ismine planlayıp ta sadece yarını düşünerek ertelediğimiz, olamadığımız veya özlem duyduğumuz neler var...

"Geleceğe" ait tüm sırrımız unutmamaktan ibaret;

Siz bir "gelecek" ismine her ne planlamaktaysanız, aslında "bugün" o kişi ve o ansınız...

 

19 Kasım 2013 Salı

Paylaşmak; bolluğun her daim yeniden başladığı noktadır...Bugün yeniden başlamaya hazır mısınız?


Paylaşmak; bolluğun her daim yeniden başladığı noktadır...

Bugün yeniden başlamaya hazır mısınız?

Dünya üzerinde dünya ile birlikte bir tam dönüştür paylaşmak, bugün dönüşü paylaşım ile başlattığımızda varılacak son nokta yine başlangıç yine ‘’biz’’ olacağız...

Dünya üzerinde hiç düşündük mü bolluk yada bereket akışı nasıl olur, para nedir nereden çıkmıştır, yine biz insanoğlunun ortaya attığı bir kavram değil midir? Bir yanılsama ‘’az’’ yada ‘’çok’’ diye sıfatlandırdığımız ve hatta bazen mutluluğumuzu, bizi ‘’biz’’ yapan şeyleri veya tüm hayatımızı bağladığımız bir ‘’varlık’’...

Bir yanda ‘’para ile satın alabileceklerimiz’’ var, nedir örneğin yeni bir araba, ev, giysiler, yemekler veya yeni bir çift ayakkabı...Fakat diğer yandan bu kavramlar ‘’satın alamadıklarımız’’ da mevcut, bir düşünecek olursak huzur, tatmin, neşe veya özlem...

Peki fiziksel boyutu olmayan bu ‘’satın alınamayanları’’ nasıl ilişkilendirebiliriz insanoğlunun en vazgeçilmez fiziksel kavramı olan ‘’para’’ ile...Bir düşünelim nedir parayı hissetmeye çevirebilen, az yada çok bir birim ‘’para’’ ile bir birim ‘’duygu’’ arasında ne yapmamız gerekir bir birim ‘’ortaklık’’ kurabilmek için...

Cevabımız paylaşmak, bu dünya üzerinde güç dağılmıştır, hiç düşündünüz mü ‘’sahip olduğunuz’’ bolluk aslında her daim bir dönüşüm içerisindedir, sizden bir başkasına ve bir  diğer başkasından size doğru...Bir akış vardır, bu akışta ‘’sizin rolünüz nedir’’, sizin paylaşmak için verdiğiniz bir birim ile neler mi yapılabilir, birlikte hayal edelim, bir ilkokul öğrencisine yeni bir önlük alınabilir, bir kız çocuğu okula gönderilebilir, bir hastanın ihtiyacı karşılanabilir veya bir arkadaşınıza moral vermek için bir fincan ısmarlanabilir...Hayalimize tüm bu bir birim bolluk paylaşımlarının olası dönüşümlerini de gözümüzün önüne getirerek devam edelim, heyecan, gülümseme, arkadaşlık, sevinç, bir şey yapmanın mutluluğu, sağlık, iyilik...

Bugün hepbirlikte düşünelim, şu an sahip olduğumuz bolluk dünya üzerinde nasıl bir akış içerisindedir ve siz bu akışta ‘’nasıl’’ bir paylaşım tercih ediyorsunuz?

Dünya üzerinde dünya ile birlikte bir tam dönüştür paylaşmak, bugün dönüşü paylaşım ile başlattığımızda varılacak son nokta yine başlangıç yine ‘’biz’’ olacağız...

Paylaşmak; bolluğun her daim yeniden başladığı noktadır...Bugün yeniden başlamaya hazır mısınız?

17 Kasım 2013 Pazar

Tesadüf ; Sen Neredesin?


Aramaya devam edelim, yörüngemizden çıkmaya cesaret edene ve yeni yörüngelere korkmadan cesaretle katılana kadar sormaya devam edelim...

Tesadüf ; Sen Neredesin?

Sabah uyandığımızda, bugünün diğer tüm günler ‘’gibi’’ olacağını düşünürüz ara sıra, örneğin ‘’sıradan başka bir gün’’ der geçeriz...Fakat bazen öyle şeyler oluverirki hem de bizler hiç beklemiyorken, tesadüflere inanır hale geliriz...

Bugün biraz düşünelim tesadüf nedir, mesela son sevgiliniz ile tanışmanız bir tesadüf müdür, şu anda çalışmaka olduğunuz işiniz, hangi anne babanın sizi dünyaya getirmiş olduğu, yaşadığınız eviniz, hatta kahvenizi yudumladığınız fincanınız tesadüf müdür?..

Hergün çok farklı insanlarla sokakta sadece yanyana geçeriz, bir anlık görüntü hafızamıza kazınır, yada tanışabiliriz...Tanıştığımız insanlar tesadüf müdür, sadece adını öğrendikleriniz yada canciğer dost olduklarınız, lisede aynı sırayı paylaştığınız yada ilkokulda aynı anda okumayı öğrendiğiniz veya ilk aşkınızı anlatıverdiğiniz çocukluk arkadaşınız birer tesadüf müdür?..

Seçimler diyoruz bazen, sabah uyanmayı, mevcut evimizde yaşamayı, bugünkü işimiz ile uğraşmayı kısacası ‘’bugün’’ olduğumuz insanı ‘’yarın’’ da devam ettirmeyi seçiyoruz...Tesadüf belkide bizi seçimlerin dışına fırlatan taşlardır, yani çarpışan iki molekülün çarpışma sonucu her ikisi için de ‘’yeni’’ yörüngeler belirlenmesi gibi...

Hayatta başımıza gelen tesadüfler bizi yörüngemizden çıkartabilir mi, dünya üzerinde nasıl bir düzende bir saat bir dakika bir saniyede ‘’tam da olmamız gereken yerde’’ olduğumuzda ‘’tesadüfen’’ karşılaşabiliyoruz...Bir düşünelim, bu anlar geldiğinde ‘’biz kimiz’’ ve en önemlisi bu çarpışmadan sonra ‘’kim olabiliriz’’...

Aramaya devam edelim, yörüngemizden çıkmaya cesaret edene ve yeni yörüngelere korkmadan cesaretle katılana kadar sormaya devam edelim...

Tesadüf ; Sen Neredesin?

14 Kasım 2013 Perşembe

Neyi Aramak


Neyi Aramak


Hiç düşündünüz mü bu dünya üzerinde bulunma sebebiniz nedir, neyi bulmak ve daha önce sorulması gereken soru olarak ‘’neyi aramak’’ için buradasınız...Bu koskocaman gezegene ne için gönderildiniz...

Belki dönüp nerede doğduğumuza bakmamız gerekli, belki Afrika’ da bir köyde yada Buenos Aires’ in ara sokaklarında küçük sarı bir evde, o da olmaz derseniz hayalimize biraz kuzeyleri ekleyelim Moskova’ nın gri caddelerine pencereleriyle misafir olmuş bir dairede...

Doğumla başlayan neyi aramak daha sonra bizleri yine bize getirdi...Doğduğunuz günden itibaren bugüne kadar kaç gün, kaç ay ve kaç yıl geçti...Kaç arkadaş edindiniz, kaç sınava girdiniz, kaç kere öpüştünüz?..Kaç ülke, kaç şehir ve kaç ruhu dolaştınız?..

Bugüne geldiğimizde ise neyi aramaya hala devam etmekteyiz...Bir müzisyen, bir öğretmen, bir balerin veya bir gezgin olabiliriz...Bir ailemiz çücuklarımız olabilir, veya yalnız olabiliriz hala...

Peki bugünden sonra ne olacak, neyi aramaya devam edeceğiz...Uzak diyarlara çıktığımız yollar bizleri büyütecek...Dünyanın bir ucundan bir başına, neyi aramak için gönderildiğimiz bu gezegeni keşfedeceğiz. İnsanlarını, okyanuslarını, denizlerini, tuz kokusunu, yosununu, çöllerini, balığını, şarabını, kumaşlarını ve renklerini...

Hiç düşündünüz mü bu dünya üzerinde bulunma sebebiniz nedir?

Neyi aramaktasınız?

Bugün bu soruyu kendimize soralım, belki bizleri bugüne kadar aklımıza gelmemiş uzak diyarlara götürür...

Neyi aramak, bir ömürdür...

 

 

11 Kasım 2013 Pazartesi

Şimdi Uzak Diyarlar Zamanıdır


Şimdi Uzak Diyarlar Zamanıdır

Bugün oturduğunuz yerde bir doğrulun...Kim olduğunuza bir bakın, baktınızda tüm detayları görün, nasıl derseniz damarlara, kalp atışlarınıza ve taa en derin hislerinize titreşimlerinize kadar...

Bugün şu anda dünya üzerinde bir nokta sizin koordinatlarınızı oluşturdu. Neredesiniz, örneğin şehri İstanbul, kaç derece paralel, hangi enlem hangi boylam bilebildiniz mi...Önce düşünceyle başlıyor seyahatimiz, peki hiç farkına vardınız mı bulunduğunuz yerden çok ötelere gönderebileceğiniz duyguların...

Nasıl desek hangi duygular diye sorduğumuzda, örnek olarak özlemi alalım...Biraz tanımlamaya çalışalım, elimizle tutamadığımız gözümüzle göremediğimiz diye tabir ettiğimiz kavramlardan ‘’özelm’’. En iyi tanımlama yarışmasına katılıyor olsaydık özlemi nasıl tanımlardık? İlk aklımıza gelen birkaç kelimeyi söyleyelim ‘’yanındayken bile özlemek’’, ‘’çölün yağmuru özlediği gibi özlemek’’, ‘’derin dalgalar gibi bir özlemin dalgalanması’’, ‘’öylesine çok özlemek’’... Daha başka ne örneklerimiz olabilir ‘’kavuşsak ta bitmeyecek bir özlem’’, ‘’özleyip özleyip te kanmamak’’... Tek kelimelik tabirler düşünelim, özlemek nedir; hasret, sevgi, biraz aşk, biraz eksiklik, biraz tamamlanma isteği ve belki biraz da özlemeye özlem...

Şimdi yola çıkma zamanı demiştik, bugünden sonra çıktığımız yolları paylaşıyor olacağım sizlerle, bizleri bir yerlere getiren ve aynı zamanda gitmekle bitmeyen uzak diyarları...

Bugün bir düşünmenizi istiyorum, dünya üzerinde son isteğiniz olan yeri, nereye gitmeyi isterdiniz, bu son isteğinizle bitecek olsa hayat...Aslında hayat bu kadar kısa, özlediğimiz şeyleriyeniden yaşayamayacak kadar...

Bundandır ki özlemek güzeldir, önemli olan ‘’bir dahaki özleme şansının olamayabileceğini’’ hiç kalbinden ayırmamaktır...

Şimdi uzak diyarlar zamanıdır...

1 Ekim 2013 Salı

Şimdi Yollara Koyulma Vaktidir

Şimdi Yollara Koyulma Vaktidir

Yepyeni hiç bilmediğimiz bir yere gidiyor olduğumuzu hayal edelim,
Daha önce sokaklarını hiç dolaşmamış, yemeklerini tatmamış, denizini koklamamış olduğumuz, daha önce hiç bilmediğimiz bir yer olsun,
Nasıl gideceğiz, hayalimize bir uçuş ekleyelim, ertesinde bir uçuş daha,  öyle uzak bir noktası olsunki dünyanın bize, bir kere gitmesi meşakatli olsun saatlerce sürsün yolculuğumuz...
İlk uçuşumuzdayız, şu anda yanımızda kitaplarımız ve sadece bu yolculuğumuz için hazırlamış olduğumuz bomboş bir defterimiz var, ne yazalım diye soracaksınız, gelin birlikte karar verelim...Şu anı yani bu yolculuğu mu yazalım, yoksa geçmişe dönüp bugün kim olduğumuzu mu anlatalım, hangisi olsun...Sesiniziduyabiliyorum, diyorsunuz ki önce kim olduğumuzu bulalım... Biz kimiz, bu noktada bu koltukta oturmamıza sebep olan olaylar ve hayaller nedir...Nedir bizi bunca uzaklara gitmeye bunca keşfetmeye bunca rastgelmeye yönlendiren...
Yolculuk demiştik, çok uzun saatlerimiz olacak hayat hikayemizi boş sayfalara dökmeye, biz yazdıkça yollarımız da kısalacak, hikayemiz bugüne geldiğinde ise sizlerle bambaşka bir diyara ermiş olacağız. Nereye gidiyoruz o halde diye sorabilirsiniz, öncelikle hedefimizi paylaşmak gerek öyle ya, bir düşünelim, belki İskandinavya’nın henüz kara kışa girmemiş geniş meydanlarına, belki Asyanın dört mevsim bıkmadan insanın içini ısıtan  adalarına, güneşine, denizine, belki kar tanelerinin çoktan düşmüş olduğu Kuzey Kutbuna ve belkide dünyanın en kalabalık şehirlerinden birine gitmekteyiz...
Ama önce hikayemizi yazacağız sizlerle sonra hepbirlikte çok uzak dediğimiz  bir şehri, bu şehrin insanlarını, hatıralarını, kültürünü, çocukluk hikayelerini ve gecelerini yaşıyor olacağız...Hikayemiz bir uçak koltuğunda başlıyor yanımızda kitaplarımız ve boş sayfalarımız var...Yanımızda ise biraz huzur biraz keşif heyecanı...

Şimdi yollara koyulma vaktidir...